Deliha

deliha-2014-329

Sinemamızdaki ilklerin sayısı gün geçtikçe çoğalıyor. İnsanlar artık “eski” olanın peşini bırakıp “yeni”nin peşinden koşmaya başladı. Son birkaç yıldır da bununla ilgili birçok örnekle karşılaştık. Bazıları büyük ilgi gördü, bazıları yerden yere vuruldu. Ama sinemaseverler yeniliklerlerin peşinden koşmaya devam etti. İşte bu hafta da bunlardan biri görücüye çıktı. Yalan Dünya‘nın Nurhayat’ı olarak tanıyıp sevdiğimiz Gupse Özay‘ın senaryosunu yazıp başrolünde oynadığı Deliha, uzun bir bekleyişin ardından vizyona girdi. Kendi senaryosunu yazıp oynayan ilk kadın sanatçı olan Özay’ın ilk filmi, genel olarak olumlu eleştiriler aldı. Ekip hafta boyunca programdan programa koşturmaya devam ederken ben de filmi izledim. Peki nasıl buldum? Söylenildiği gibi eğlenceli miydi? Yoksa sadece abartılan ve fos çıkan bir balon mu? Hadi, ona da bir göz atalım.

Deliha, aslında çok güzel bir hikayeye sahip. Saf, temiz kalpli ve deli dolu bir kız olan Zeliha (Gupse Özay)’yı merkeze alıyor film. Hayatının aşkını arayan, ancak bir türlü başarılı olamayan genç kız, arkadaşlarıyla fal baktırırken onu sonunda bulacağını öğreniyor. Öte yandan mahalledeki fotoğrafçı stüdyosu Şirinceli Cemal (Cihan Ercan) ve yakışıklı kardeşi Cemil (Barış Arduç) tarafından alınarak tekrar açılıyor. Zeliha hayatının aşkını bulduğuna inanarak kendini Cemil’e ispatlamaya çalışıyor, ancak gerçek aşkı başka birinde buluyor. Onun haricinde arkadaşları Havva (Zeynep Çamcı), Fatma (Hülya Duyar) ile Fevzi (Cenk Durmazel), menapoz olan annesi Aysel (Derya Alabora), kafası gidik anneannesi (Esin Eden) ve teyze oğlu Tayyar (Korhan Herduran) da Deliha’nın bu eğlenceli macerasında önemli yer tutuyor.

Gupse Özay, zaten senaristliğe aşina olan bir isim. Gençliğinde de birtakım skeçler yazan Özay, adını Oldu Teşekkürler ile daha geniş kitlelere duyuruyor ve Beyazıt Öztürk tarafından keşfediliyor. Sonrasında ise bildiğimiz gibi Yalan Dünya ile başlayan o süreç geliyor. Deliha’da ise kalemini geliştirmeyi başarmış başarılı oyuncu. Öyle ki filmi izlerken biraz Gülse Birselvari bir tat aldım açıkçası. Artık 4 yıldır aynı ekiple çalışmaktan mı, yoksa başka bir nedenden mi bilmem, ama Özay’ın iyi bir yazar olarak kendine yeni bir yol açtığını ve oradan da rahat rahat yürüyebileceğini söyleyebilirim.

Filmin olumlu yanlarından bahsedecek olursak, Hakan Algül‘ün rejisi yine gayet iyiydi. Ayrıca genel olarak hikayenin temelinin sağlam bir şekilde kurulduğunu da belirtmeliyim. Filmdeki esprilerin çoğu salonu kahkahalarla güldürmeyi başarıyor. Ki bu da sırf gülmek ve kafa dağıtmak için izleyen izleyiciler için iyi bir artı. İlk başta dişi bir Recep İvedik havasıyla karşımıza çıksa da ben yapılan karşılaştırmalara katılmıyorum. Evet, iki karakter de birbirlerine çok benziyor. Ancak Şahan Gökbakar sırtını kaba mizaha dayarken, Deliha’da incelikli espriler de yer alıyor. Açıkçası ben şahsen testosteron kokulu İvedik’i değil de, karikatürize edilmesine rağmen samimiyetinden hiçbir şey kaybetmeyen Deliha’yı tercih ederim.

Karakter analizleri de gayet güzel olmuş. Hepsinin dertleri güzelce anlatılmış. Deliha’nın sorunlarının yanı sıra, Havva-Tayyar ilişkisi, Cemal’in aşkı arayışı veya Fatma’nın yalnızlığı gibi konulara da değinilmiş. Mahalle halkı da gayet şeker olmuş. Teknik ile ilgili herhangi bir sıkıntı da yok. Ancak Özay’ın skeç geçmişinden dolayı bazı esprilerin havada kaldığını ve bazı sahnelerin de filme zorla yedirildiğini söylemek gerek. Senaryodaki küçük boşluklar da dikkat çekici, ama genel olarak filmin geneline yayılmadığı için çok da sıkıntı olmadı benim için.

Gupse Özay oyunculukta da gayet başarılı olduğunu bir kez daha gösteriyor. Deliha karakterini üstüne bir kıyafet gibi geçirerek arz-ı endam ederken biz de onu her geçen dakika daha da fazla benimsiyoruz. Ancak tek alkış ona gitmemeli. Yan kadroda da parlayan isimler var. Mesela Zeynep Çamcı. Karakterinin çok iyi yazılmış olmasının yanı sıra Çamcı da gayet güzel oynamış. Özellikle ikinci yarıda oyunu daha da güçleniyor. Derya Alabora ve Esin Eden ise umduğumdan biraz daha geri planda kalmış olsalar da, ikisinin de gayet hoş bir oyun çıkardığını söylemeliyim. Bu aralar Karagül‘de de izlediğimiz Hülya Duyar‘ı da çok sevdim. Erkeklerde ise Cihan Ercan biraz daha öne çıkıyor bana göre. Doğal ve samimi oyunculuğuyla dikkat çekiyor yine. Barış Arduç‘u ise çok sevemedim, ama muhtemelen karakterinden ötürü olan bir durum bu. Yine de oyunculuk gerektiren bir rolü yoktu bana kalırsa. Korhan Herduran ve Cenk Durmazel de başarılı oyunculuklarıyla filmi yükselten isimlerden bazıları.

Sonuç olarak Deliha, bana göre gayet iyi bir yapım olmuş. Erkek egemen bir sektörde “kadın komedyen” olarak ortaya atılmak, her babayiğidin harcı değil. Film kötü bile olsa, yeni bir komedyenin doğuşunu görmek heyecan verici. Bu yüzden Gupse Özay’ı bu cesaretinden dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını dilerken sizi de 2 saat süren samimi ve içten bir hikayeye davet ediyorum. Pişman olmayacaksınız.

[B]

NOT: Zeliha’nın söylediği Ahmet Kaya parçası Hep Sonradan da gayet güzeldi. Özay’ın sesi de bazı yerlerde detone olmasına rağmen hoştu. Sizi bilmem, ama en azından ben sevdim.

Annemin Şarkısı

587958.jpg-r_640_600-b_1_D6D6D6-f_jpg-q_x-xxyxx

Yılın en merak edilen filmleri teker teker vizyonu süslemeye devam ediyor. Altın Portakal‘da büyük ilgi gören ve festivalin sürprizlerinden biri olan, Erol Mintaş‘ın ilk filmi Annemin Şarkısı da bunlardan biri. Malum sansür iddialarıyla gündemden düşmeyen festivalde bu yıl çok çekişmeli bir yarış vardı. Derviş Zaim‘in çarpıcı Balık‘ı, ilginç hikayesiyle Çekmeköy Underground, Erdal Beşikçioğlu ve Sezin Akbaşoğulları‘nın başrolünde olduğu Fakat Müzeyyen, Bu Derin Bir Tutku, kişisel olarak yılın en merak ettiğim filmlerinden Guruldayan Kalpler, Onur Ünlü‘nün başarılı kara komedisi İtirazım VarCengiz Bozkurt‘un adeta parladığı İyi Biriİstanbul Film Festivali‘nde de izlediğimiz Kumun TadıKutluğ Ataman‘ın son filmi KuzuMurat Düzgünoğlu‘nun yönettiği Neden Tartovski Olamıyorum, uzun bir aradan sonra sonunda görücüye çıkan Oflu Hoca’yı Aramak ve Kaan Müjdeci‘nin harikası Sivas, filmin diğer rakipleri arasındaydı. Bu kalabalığa rağmen film büyük ilgi gördü ve tam 3 ödül alarak dikkatleri üzerine çekti. Bunda Türkiyeli Kürt sinemacıların yükselişe geçtiği bir dönemde gösterilmesinin mi, yoksa dokunaklı bir hikayeye sahip olmasının mı etkili olduğu bilinmez, ama her şeye rağmen Annemin Şarkısı iyi bir film. Peki bu başarıyı hak ediyor muydu? Hadi konuşalım…

Annemin Şarkısı‘nın hikayesi dediğim gibi çok dokunaklı ve bir yönetmen için adeta bulunmaz nimet. Annesi Nigar (Zübeyde Ronahi) ile birlikte İstanbul’a mecburen göç eden Ali (Feyyaz Duman), yerleştikleri Tarlabaşı’ndan da “kentsel dönüşüm” bahanesiyle ayrılmak zorunda kalırlar. Nigar’ın durumu gitgide garipleşir. Bir gün köye gitmek için bavulunu toplar, sonraki gün de İstanbul’un sokaklarında gezip durur. Bu durumun farkında olan Ali annesini yanından hiç ayırmaz ve ona çeşitli sürprizler yapar. Öte yandan Ali’nin nişanlısı Zeynep (Nesrin Cavadzade)’in de hamile olduğu ortaya çıkar. Ali’nin içinde bulunduğu durum gün geçtikçe karışmaya devam ederken, annesinin rüyalarına giren şarkının peşinden de koşmaya devam eder.

Dediğim gibi ilginç ama bir o kadar da iyi yazılmış bir senaryosu var Annemin Şarkısı’nın. Kentsel dönüşüm, aile ilişkileri, toplum değişimleri, göçün getirdiği sonuçlar gibi birçok meseleye el atıyor ve hiçbir şeyi eline yüzüne bulaştırmadan köşesine çekiliyor. Anlatacaklarını ölçülü bir şekilde anlatan ve sadelikten kaçınmayan Mintaş, Ali’nin içinde bulunduğu durumu güzelce anlatırken çevresinde yaşanan değişimleri de hikayeye güzelce sentezliyor.

Ancak senaryo güzel yazılmasına ve temeller sağlam kurulmasına rağmen, Mintaş’ın rejisinde birtakım sıkıntılar baş gösteriyor. Böyle bir film, böyle bir hikaye adeta dümdüz anlatılmış. O aranılan duyguyu veremeyen, bazı anlarda adeta katı bir hale gelen anlatım, filmin en büyük kaybı maalesef. Böyle yapımlar için tehlikeli olduğunu söyleyebileceğimiz bu estetik biçimi ne yazık ki yapıma eksi olarak geri dönüyor. Bazı boşlukları güzelce kapatmasına rağmen, rejisindeki sıkıntılar nedeniyle daha fazla ileriye gidemeyen Annemin Şarkısı, daha iyi bir film olma kapasitesine sahipken önüne çıkan fırsatları adeta geri tepiyor.

Ama her şeyi bir kenara bırakırsak, filmde çok güzel oyunculuklar var. En büyük alkışı Zübeyde Rohani hak ediyor bana kalırsa. Bir oyuncu bile olmamasına rağmen her şeyi gözleriyle anlatabilen ve izleyiciyi adeta derinden etkileyen Rohani, yılın en başarılı performanslarından birini sergiliyor. Hikayenin ana karakterine hayat veren ve festivalden ödülle dönen Feyyaz Duman ise karakterine cuk oturmuş. Karakterinin gerektirdiği sorumlulukları kolayca yerine getiren Duman, filmi sırtlayan isimlerden biri kuşkusuz. Bu tür filmlerin aranılan yüzü Nesrin Cavadzade‘nin rolü umduğumdan biraz daha kısaydı, ancak rolü çok sıradışı olmamasına rağmen karakterine boyut katabilmesi ile bir kez daha takdirimi kazandı kendisi. Bu filmde de başarılı oyunculuğundan bir şey kaybetmemiş. Bir de festivalden ödül alan Aziz Çapkurt var ki, onun da rolü filmin başındaki kısa bir sahneyle kısıtı kalmasına rağmen o süre boyunca herkesi etkiliyor. Beyazperdeye de çok yakıştığını düşündüğüm Çapkurt’un aldığı ödülü sonuna kadar hak ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim.

Görüldüğü gibi Annemin Şarkısı‘nın iyi bir film olabilmek için birçok önemli nedeni var. İyi bir senaryo, güzel bir kadro… Ancak rejinin zayıf olması, filmi de zayıflatıyor. Göz göre göre büyük bir fırsat kaçıyor yani. Aldığı ödülleri desteklememe rağmen biraz da abartıldığını düşünüyorum. İyi bir film, ama sadece o kadar. Yine de Mintaş bir sonraki filminde rejisini büyük ölçüde düzeltebilirse aradığı başarının daha fazlasına ulaşacaktır. Ancak bu da gayet iyi başlangıç. Haftanın ve yılın kaçırılmaması gereken filmlerinden.

[B-]

Gece

geceafiş

Türk sinemasının önem taşıyan yönetmenlerinden biri Erden Kıral. En azından herkes öyle söylüyor. Bana göre ise biraz abartılan bir yönetmen. Tabii bunu söylememde son filmleri de etkili olmuş olabilir. Yönetmenin ilk filmi olan Bereketli Topraklar Üzerinde, 1979 yapımı olmasına rağmen o yıllarda yaşanan olaylar yüzünden tam 28 yıl sonra gün ışığına çıktı. Yapım o kadar ilgi gördü ki, herkes Kıral’ın ne kadar harika bir yönetmen olduğunu konuşmaya başladı. Bence de film Kıral’ın en iyi filmiydi ve hala bunu geçebilmiş değil. Sonra 1983’te Hakkari’de Bir Mevsim çekildi. Bereketli Topraklar Üzerinde’nin başına gelen şeyi bu film de yaşadı ve uzun bir süre boyunca yasaklı kaldı. Ama onun aksine vizyon yüzü göremedi. Filmi izlemediğimiz için yorum yapamam, ancak o da yönetmenin filmografisinde kendine özel bir yer edindi. 1998’de gösterime giren Avcı ise gücünü tek mekan geriliminden almaya çalışan, başarılı oyunculuklarına rağmen çok da ilgi göremeyen bir yapımdı. Ancak yönetmenin bundan sonra çektiği filmler, kalite anlamında nispeten daha geride kalan yapımlar oldu. 2005’te görücüye çıkan Yolda, çok abartılan Halil Ergün‘ün klişe ve tekdüze Yılmaz Güney performansıyla akıllarda yer edindi. 2008’de gelen Vicdan da daha iyimiş gibi görünmesine rağmen hikayesini dolduramayan ve yapaylık hissi yaratan bir filmdi. Akıllarda kalan tek şey ise Nurgül Yeşilçay ve Tülin Özen‘in ortalamanın üzerindeki performanslarıydı. Bundan sonra uzun bir ara veren yönetmenin son filmi Yük ise iyi oyunculuklarına rağmen uygulama konusunda sınıfta kalan, sıkıcı bir filmdi. Bundan sonra ise Gece‘nin haberleri gelmeye başladı. Kadrosu nedeniyle dikkatleri bir anda üzerine çeken yapım, fragmanıyla adeta “Ben kötüyüm!” diye bağırıyordu. Film, sonunda Cuma günü görücüye çıktı ve beklenildiği gibi olumsuz eleştiriler aldı. “Beklenildiği gibi” diyorum, çünkü hepimiz yönetmenin bu düşüşüne alıştık. Ama Gece gerçekten de yılın en kötü kaçırılmış fırsatlarından biri oldu. “Nurgül YeşilçayMert Fırat ve İlyas Salman gibi isimlerin olduğu bir film nasıl eli yüze bulaştırılır?” sorusunun cevabını bulmak istiyorsanız yazıyı okumaya devam edin.

Gece, İzmir’e zorunlu olarak göç eden Kürt bir ailenin yaşadıklarını konu alıyor. Olayların merkezinde ise konsomatris Süsen (Nurgül Yeşilçay) var. Ailesinin sözünü dinlemeyip Yusuf (Mert Fırat) ile evlenen kadının ailesiyle olan ilişkisine de tanık oluyoruz aynı zamanda. Üniversite öğrencisi olan kız kardeşi (Vildan Atasever), dağda olduğunu öğrendiğimiz büyük ağabeyi (Teoman Kumbaracıbaşı), hapse atılan küçük ağabeyi (Hakan Yufkacıgil) ve sadece birkaç küçük sahnede karşımıza çıkan annesi (Nur Sürer) de bu hikayenin diğer kahramanları. Bir de pavyon müdürü (İlyas Salman) ile arkadaşı Alev (Ayça Damgacı) var ki, onlar da hikayeye ve Süsen’in hayatına etki eden karakterler olmayı başarıyorlar.

Görüldüğü gibi ortada iyi işlenmesi durumunda harikalar yaratılabilecek bir hikaye ve yıldızlarla dolu bir kadro var. Hasan Özkılıç‘ın Zahit adlı romanından uyarlanan yapım, elindeki fırsatlara rağmen her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor. Orijinal romanı okumadığım için hakkımda bir fikrim yok, ama söylenenlere göre iyi bir romanmış. Büyük ihtimalle senarist Rıza Kıraç, romanın doğasını anlayamamış ve sanki öylesine bir film yazmış. Çünkü ortaya böyle bir yapım çıkmış olmasının başka bir açıklaması olamaz.

Gece’nin en temel sorunu, anlatacak çok derdi olması. Süsen ile Yusuf’un yavaş yavaş birbirlerinden uzaklaşmalarının yanı sıra ölüm orucuna giren kardeş, dağa çıkan ağabey, iki taraf arasında bir köprü niteliğinde olan kız kardeş üzerinden Kürt sorunları, politik meseleler, günümüzün değiştirdiği temel kavramlar başta olmak üzere birçok şey anlatmaya çalışan yapım, senaristin acemiliği nedeniyle her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor. Kıral’ın tembel rejisi de izleyiciyi filmden uzaklaştıran bir başka etmen.

Erden Kıral bir ailenin birbirlerinden uzaklaşma öyküsünü anlatırken politik olaylara da değinmeye çalışıyor ve hikayeyi bunun üzerine kuruyor. Ancak yukarıda da bahsettiğim karmaşıklık ve yapaylık hissi, filmi iyice kötü bir hale getiriyor. Anlattıklarına yeni bir boyut getirmeyi başaramayan, yüzeyde kalan hikaye, izleyiciye geçemeyen duygular ve klişe karakterleri de Gece’yi adeta bir eziyet haline getiriyor. Buna biraz dikkat edip çeki düzen gösterilseydi veya sadece işin sadece payvon kısmına odaklansaydı, ortaya daha nitelikli bir iş çıkabilirdi, ancak Kıral önüne gelen fırsatları teker teker tepmeyi seçmiş.

Oyunculuklara da kısaca bakacak olursak, her şeyden önce başarılı bir Nurgül Yeşilçay ve Mert Fırat performansı görüyoruz. Sinemada bazı istisnalar haricinde bir türlü doğru seçim yapamayan Yeşilçay, izleyicide bıraktığı algı nedeniyle en azından bu sefer bir seks objesine dönüştürülmemiş. Filmde sınırları biraz zorlayacak birkaç an olsa da, genel olarak büyük bir cüretkarlık gösterilmemiş. Bugüne kadar “iyi aile çocuğu” rollerinde görmeye alıştığımız Fırat ise Yusuf’u adeta üstüne bir kıyafet gibi giymiş ve böyle bir yapımda bile harikalar yaratmayı başarmış. Perdede göründüğü her an ondan nefret ediyor ve imreniyoruz. Hikayede büyük yer tutan karakteriyle Vildan Atasever ise genel olarak çok başarılı bulduğum bir oyuncu olmamasına rağmen, burada biraz efor sarf ederek iyi bir oyun çıkarmayı başarmış. İlginç bir rolde karşımıza çıkan İlyas Salman ise rolüne cuk oturmuş. Karakterinin kendisine çok yakıştığını söyleyebilirim. Üstelik bir türlü beyazperdede göremediğimiz oyuncuyu uzun bir aradan sonra sinemada izlemek büyük bir keyif. Kendi jenerasyonunun en başarılı aktrislerinden Ayça Damgacı yine doğallığı ve ölçülü oyunuyla dikkat çekerken, Teoman Kumbaracıbaşı ise iyi oynamasına rağmen kendisine yazılan karakterinin kurbanı olmuş. Uzun Yol‘da vasat ötesi bir performans sergileyen Hakan Yufkacıgil burada biraz daha çaba harcamış, ancak bu çok da yeterli olamamış. Hakan Karahan hikayeye etkisi olmayan bir karakterle karşımıza çıkarken, Nur Sürer ise adeta harcanmış.

Gece, tek kelimeyle vasat bir film. Yeşilçay, Fırat ve Salman’ın oyunculukları ve Feza Çaldıran‘ın başarılı görüntü çalışması haricinde akıllarda kalan herhangi bir yanı da yok. Yine de izlemek isterseniz siz bilirsiniz. Ancak giden zamana ve harcanan paranıza acıyacağınız kesin. Yine de notumu kadronun hatrına bol keseden veriyorum. Yılın izledikten sonra hemen unutmak isteyeceğiniz filmlerinden biri.

[C]

Olur Olur ve Oflu Hoca’nın Şifresi

Siteye bu aralar gereken önemi veremiyorum, ama gerçekten çok yoğunum. Bu yoğunluğumdan dolayı çok da güncelleyemiyorum. Ama bugün son günlerde izlediğim filmlerden bazılarını sizlerle toparlayıp paylaşmak istedim. Bugünün konukları Olur OlurOflu Hoca’nın Şifresi ve İnşaat 2. Sonra da sırasıyla Gece ve Deliha‘yı yorumlayacağım. Hadi başlayalım…

484584.jpg-r_640_600-b_1_D6D6D6-f_jpg-q_x-xxyxx

Yılın en komik filmlerinden biri olma iddiasıyla vizyonu süsleyen Olur Olur, ne yazık ki gişede beklediği ilgiyi göremedi. Filmden kısaca bahsedecek olursak, Ali (Alper Kul) adında bir adamın sevdiği kızı tavlamak için bir yaşam koçu ve yardımcısıyla birlikte giriştiği maceralar anlatılıyor. Öncelikle değişik bir konusu olduğunu söylemeliyim. Ancak kağıt üzerinde güzel görünen bu hikaye, uygulamadaki sıkıntılar nedeniyle pek de başarılı olamıyor. Esprilerden bazıları tebessüm dahi ettirmezken, bazıları da kahkahayla güldürüyor. Filmdeki tek çelişki bu da değil. Senaryodaki dikkat çeken boşluklar ve bazı anlarda işin kolayına kaçması da, yapımın eksilerinden. Dediğim gibi ortada daha iyi olabilecek bir öykü var, ama senaryoyu da kaleme alan Kul’un acemiliği nedeniyle her şey ele yüze bulamış. Her şeye rağmen filmin teknik yanının iyi olduğunu da söyleyebilirim. Ayrıca yapımdaki başarılı oyunculuklar da hemen dikkat çekiyor. Alper Kul yine tüm doğallığıyla dikkat çekip komedi için yaratıldığını tekrar kanıtlarken, filmin en dikkat çekici diyaloglarına sahip olan Şinasi Yurtsever ise yine güldürmeyi başarıyor. Bu yıl birkaç filmde daha karşımıza çıkacak olan Onur Buldu ve adaşı Onur Rüştü Atilla da gayet tatmin edici performanslar sergilemiş. Bu aralar kendisini şarkıcılığa veren Ayça Varlıer ve adeta harcanan Aylin Kontente de dikkat çeken kadın oyuncular arasında. Taner ErgorSelin YeninciAziz AslanAyten UncuoğluYılmaz GrudaMehmet Özgür ve Jale Aylanç gibi isimlerin de irili ufaklı rollerde karşımıza çıktığını ve ayrıca ettiği küfürle dikkat çeken Ali Ağaoğlu ve birkaç hafta önce kaybettiğimiz başarılı sanatçı Ciguli‘nin de konuk oyuncu olarak filmi süslediğini de son olarak belirtelim. Sonuç olarak Olur Olur, daha iyi olma potansiyeline sahipken yaptığı hamlelerle bunu harcamayı tercih eden bir yapım olmuş. Karar sizin…

[C]

Oflu-Hocanın-Şifresi

Geçtiğimiz haftalarda vizyona giren Oflu Hoca’nın Şifresi de, daha yeni başlayan sezonun dikkat çeken yapımları arasında. Film, Oflu Hoca (Çetin Altay)’nın yaşadığı maceraları ve Doğanspor’un başkanlığına seçilmek için yaptıklarını konu alıyor. Ancak nasıl desem, ortaya çıkan işi sanki 5 yaşında bir çocuk yazmış gibi. Küfürlerin çok fazla yer alması insan kulağına eziyet ederken, ortaya çıkan işin de sıradan bir sit-com’dan hallice olması da yapımı iyice kötüleştiriyor. Uygun süresine rağmen anlatacaklarını tam olarak anlatamayan ve yarım kalmış hissi yaratan film, abartılı yapısıyla da izleyiciyi iyice kendinden uzaklaştırıyor. Bu da yapıma eksi olarak geri dönüyor. Sırtını bolca kaba mizaha yaslayan ve belaltı esprilerden de nasibini alan Oflu Hoca’nın Şifresi’nin her dakikası adeta bir eziyet niteliğinde. Öyle ki izlerken, gülmemekle birlikte giden emeklere acıyorsunuz sadece. İyi olmak için bir dakika bile çaba harcamayan yapım, teknik açıdan da yetersiz kalıyor. Bunlara rağmen, kadro ünlülerle dolu. Neredeyse her hafta yeni bir filmle karşımıza çıkan Çetin Altay yine tekdüze bir performans sergileyip yeteneksizliğini gösterirken, Ahmet Varlı ise abartılı oynamasına rağmen filmin en başarılı yüzlerinden biri olmayı başarıyor. Başarılı oyuncu Didem Balçın ve daha önce birçok yapımda rol alan Başak Daşman biraz geri planda kalırken, Köksal Engür ise yine yanlış bir proje seçerek hata üstüne hata yapmaya devam ediyor. Filmde konuk oyuncu olarak karşımıza çıkan Ahmet Kural ise sanki kadroya uyum sağlamayamış ve sırf kendisini ünlü eden yönetmenin hatrı için gelmiş gibi (ki gerçekten de öyle) görünüyor. Neticede Oflu Hoca’nın Şifresi‘ni izlememek için önünüzde birçok neden var. Ama hala izlemek istiyorsanız, beklentinizi sıfıra indirin derim. Siz yine de zorunda olmadıkça denemeyin bence.

[C-]

Unutursam Fısılda

unutursam-fisilda

Çağan Irmak‘ın ne kadar başarılı bir yönetmen olduğundan defalarca bahsetmişimdir.  “Bir ilk film nasıl çekilir?” sorusunun başarılı örneklerinden biri olan Bana Şans Dile, gerilim türüne yeni bir soluk getiren Mustafa Hakkında Herşey, son 10 yılın modern klasiklerinden Babam ve Oğlum, fantastik bir hikayeyi izleyiciyle buluşturan Ulak, klişe olmasına rağmen kült mertebesine erişebilen Issız Adam, sessiz sedasız sinemalara uğrayan Karanlıktakiler, masalsı anlatımıyla dikkat çeken, ancak gişede beklediği başarıya ulaşamayan Prensesin Uykusu, Irmak’ın kendi dedesinin hikayesini anlattığı Dedemin İnsanları ve çoğu izleyicinin kalbine dokunsa da bariz bir hayal kırıklığı yaratan Tamam mıyız?‘dan oluşan kariyerine Unutursam Fısılda‘yı da ekleyen yönetmen, birbirinden ilginç hikayeleri kendine özgü dokunuşlarla daha da ilgi çekici kılıyor ve bu da onu diğer meslektaşlarından ayrı kılıyor. Eğer bu filmleri başka biri çekseydi ilgimizi bile çekmeyecek ve unutulup gidecekti. Ancak, yönetmen koltuğunda Çağan Irmak olunca unutmak hiç de kolay olmuyor. Aynı şey yönettiği diziler için de geçerli. Asmalı KonakÇemberimde Gül Oya ve Yol Arkadaşım gibi diziler, klasikler arasına girebildiyse bunun tek sorumlusu yönetmenin ta kendisi. Baştan sona kötü bir yapım çekse bile biz onu merakla beklemeye, yeni projesinin yolunu gözlemeye devam edeceğiz. Son filmi Tamam mıyız? beni üzse de, bu Unutursam Fısılda için gün saymama engel olmadı. Film, sonunda 29 Ekim’de vizyona girdi. Kişisel yoğunluğum nedeniyle birkaç gün rötarlı da olsa yapımla buluştum. Peki beğendim mi? Bunca beklentiye değdi mi? Buyrun, konuşalım. Bu arada şimdiden söyleyeyim, yorumum film ile ilgili detaylar içeriyor. Bu yüzden filmi izledikten sonra burayı okumanız daha doğru olacaktır. Bu uyarıyı da yaptıktan sonra filme geçelim.

Unutursam Fısılda, iki kardeşi konu alıyor kısaca. Hatice (Farah Zeynep Abdullah), kendinden yaşça küçük çocuklarla futbol oynayan, erkeksi, hareketli, deli dolu bir kız. Ablası Hanife (Gözde Çığacı) ise onun aksine daha sessiz sakin biri. İki kardeş bir gün yeni atanan kaymakamın oğlu Tarık (Mehmet Günsür)’a aşık olur. Genç adam Hatice’nin içindeki müzik duygusunu ortaya çıkarmaya başlarken, Hanife ise ilk defa birine aşık olduğunu fark eder. Derken bir tesadüf sonucunda ablası Hatice ile Tarık’ın yakınlaşmasını görür. Hatice ise Tarık’ın teklifini kabul ederek onunla birlikte İstanbul’a kaçar. Tarık’ın arkadaşı Erhan (Kerem Bürsin)’ın da gruba girmesiyle birlikte ekip tamamlanır. Hatice (veya bundan sonraki adıyla Ayperi) her geçen gün şöhret basamaklarını tırmanırken, bunun bedeli çok acı olacak ve genç kadın birçok şeyle yüzleşmek zorunda kalacaktır. Yıllar sonra evine dönen Ayperi (Hümeyra) Alzheimer hastalığıyla boğuşurken ile Hanife (Işıl Yücesoy) ise geçmişin yaralarını hala içinde taşımaktadır. İki kız kardeş, böylece geçmişleriyle yüzleşmeye başlar.

Türk halkını çok iyi çözen ve Yeşilçam öykülerini daha modern bir hale getirerek önümüze sunmayı tercih eden bir yönetmen Çağan Irmak. Unutursam Fısılda da aynen böyle bir film olmuş. 30-40 yıl önce de rahatlıkla çekilip izlenebilecek bir hikayeyi günümüze adapte eden ve bunu yaparken risk almaktan kesinlikle kaçınmayan yönetmen, ortaya duygu sömürüsünden uzak, gerçekçi bir yapım çıkarıyor. İki kız kardeşin yüzleşme hikayesini 70’li yılların müzik dünyasıyla birleştiren film, kalbe dokunan hikayesine de boyut katmayı başarıyor.

Hatice’nin Ayperi olma yolunda yaşadığı zorlukları izleyiciye gösteren Irmak, ikinci yarıda biraz aceleci davranıyor. Ayperi’nin şöhret olma sürecinin biraz daha uzatılmasını isterdim açıkçası. Veya ailesinin Hatice’nin yokluğunda nasıl yaşadığını da görmeyi dilerdim. Tarık’ın niye bir anda Ayperi’yi kıskanmaya başladığını ve kendini içkiye vurduğunu da. Hanife’nin yumuşama süreci de bana biraz hızlı geldi açıkçası. Yine de hikayedeki naiflik ve o duygusal son, tüm bunları biraz unutmamızı sağlıyor. Yeşilçam’a da selamını göndermekten geri kalmayan yapım, mizah duygusunu da filmin bazı sahnelerine güzelce işliyor. Özellikle filmdeki birkaç sahnenin ciddi anlamda güldürdüğü söyleyebilirim. Şöhretin insanlara nasıl zarar verebileceğine de değinen film, o dönemin müzik dünyasında var olan çoğu tabuya da meydan okumaktan çekinmiyor.

Kurgu masasında harikalar yaratan Emrullah Hekim‘in başarısını da göz ardı etmeyelim. Özellikle ilk yarıdaki kurgu oyunları filmi daha da ilginç bir hale getiriyor. Irmak’ın bir önceki filminde de karşımıza çıkan Gökhan Tiryaki‘nin muhteşem görüntü yönetmenliğinden bahsetmiyorum bile. O da hikayeye ruh katan etkenlerden biri. Soydan Kuş‘un prodüksiyon tasarımı ve Murat Okur ile Funda Suda‘nın ışıltılı kostümlerini de atlamadan geçmek olmaz. Tabii bir de Kenan Doğulu‘nun müzikleri var. 70’lerin ruhunu kavrayan başarılı müzikleri de filmin en başarılı yanlarından birini oluşturuyor. Özellikle Gel Ya da Git şarkısını diğerlerinden biraz daha fazla sevdim.

Oyunculuklarda ise kadınların baskınlığını görüyoruz. Hümeyra ve Işıl Yücesoy muhteşem performanslar sergilemişler. Bu rolde daha da keyif aldığını gördüğümüz Hümeyra bir yandan, gözleriyle oynayan ve her sahnede bakışlarıyla delip geçen Yücesoy ise diğer yandan harika oyunlar çıkarmışlar. Karşılıklı oynadıkları her sahne adeta sinema derslerinde gösterilecek nitelikte. Geçmişte ikisi de şarkıcı olan başarılı oyuncular, bu filmle muhteşem bir dönüş yapmışlar. Özellikle Hümeyra’nın sesine hasret kalanlar için son sahne bir cevher niteliğinde. Tabii gençliklerini canlandıran Farah Zeynep Abdullah ve Gözde Çığacı‘yı da atlamayalım. Bundan 4 sene önce yayına giren Öyle Bir Geçer Zaman ki ile dikkatleri üzerine çeken Abdullah, büyüleyen bir performansla karşımıza çıkıyor bu sefer de. Hatta televizyondan biraz uzaklaşıp sinemaya ağırlık verse çok daha memnun olurum. Kurt Seyit ve Şura gibi dizilerden hayır gelmeyecek gibi kendisine. Üstelik sesi de harika. Tiyatro sahnelerinden de hatırlayabileceğiniz Çığacı ise Yücesoy’a çok benzemesinin yanı sıra Hanife’yi üstüne kıyafet gibi giymeyi başarmış. Filmin ikinci yarısında neredeyse hiç gözükmemesi ve afişte yer almamasına da çok üzüldüm, onu da ayrıca belirteyim. Ayperi ve Hanife, herkesin kapmak isteyeceği nadir rollerden bazıları. Bu yüzden hem gençliklerini, hem de yaşlılıklarını canlandıran oyuncular bu fırsatı çok iyi değerlendirip muhteşem ötesi oyunlar çıkarmışlar. Dördü de yılın en iyi kadın oyuncu performanslarını sergileyerek parlıyorlar. Kadrodaki tek sıkıntım ise erkekler. Mehmet Günsür rol için biraz yaşlı durmasının yanında önceki performanslarına çok şey katamamış gibi duruyor. Muhteşem Yüzyıl‘daki performansıyla milyonları etkileyen oyuncu, burada kadınların gerisinde kalıyor. Kerem Bürsin ise Günsür’den bir adım daha iyi olmasına rağmen biraz da gişeyi sağlama almak amacıyla dahl edilmiş gibi duruyor. Ayrıca iki oyuncunun da itici perukları, kendilerinden iyice uzaklaşmamızı sağlıyor. Gürkan Uygun ve Köksal Engür gibi isimlerin de konuk oyuncu olarak karşımıza çıktıklarını da son olarak ekleyelim.

Görüldüğü gibi özünde bir kadın hikayesi Unutursam Fısılda. Tüm verdiği mesajlara rağmen, kadınların da bir şeyler yapabileceğini anlatıyor aslında. Tüm kadın oyuncuların parlamasının yanı sıra, teknik özelliklerinde de hiçbir eksik olmaması nedeniyle de Irmak’ın bir önceki hüsranını unutturuyor. Eğer izlemediyseniz kesinlikle deneyin derim. 2 saatlik bir sinema şöleni sizleri bekliyor. Üstelik ağlatması da garanti. Yılın en iyilerinden biri…

[B+]

Sivas

Sivas001

Genç yönetmenler, son dönemlerde Türk sinemasında daha da önemli bir yer edinmeye başladı. Şimdi saysam sonunu getiremem, ama geçen yıldan Zerre, KöksüzKusursuzlarŞimdiki Zaman gibi örneklerin varlığını saymam bile yeterli olacaktır herhalde. Hepsi de başarılı yanlarıyla dikkat çeken ve hep ilgi gören yapımlar oldular. Bazı izleyiciler bu emekleri hep görmezden gelse de sinemaseverlerin gönüllerinde kalıcı yerler edindiler. Aldıkları ödülleri saymıyorum bile. Tabii arada Deniz SeviyesiKumun Tadı ve daha bugün bahsettiğim Nergis Hanım gibi en azından beni biraz hayal kırıklığına uğratan yapımlar olsa da, hepsi de birbirinden umut vaat eden genç isimler ve bunlar da sıradaki filmlerini merakla beklemeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Peki konuyu nereye getirmeye çalışıyorum? Tabii ki de bugün vizyona giren Sivas‘a. Filmi Başka Sinema‘nın iki gün önce düzenlediği ön gösterimde izleme fırsatı buldum. Aşağıda uzun uzun bahsedeceğim zaten filmden, ama şunu söyleyebilirim ki, ama Kaan Müjdeci ilk filmiyle harikalar yaratmış kesinlikle. Bu arada film Venedik Film Festivali‘nden Jüri Büyük Ödülü ve En İyi Erkek Oyuncu ödülleriyle dönerken, Altın Portakal‘dan ise yine Jüri Özel Ödülü başta olmak üzere Behlül Dal Özel Ödülü ve En İyi Kurgu ödülünü de kucaklamayı başardı. Yani nereden bakarsanız bakın, karşımızda kesinlikle başarısı gözardı edilemeyecek bir yapım var. Buyrun Sivas’ı uzun uzun konuşmaya…

Sivas, Aslan (Doğan İzci) adında küçük bir çocuğa odaklanıyor. O da herkes gibi, o da bir kızdan hoşlanıyor, ama açılamıyor. O da piyeste kendisine önemli bir rol verilmediği için geri planda kalmasını düşünüyor. Küçük çocuğun yolu bir gün köpek dövüştürülen bir alandan geçiyor ve orada ölmek üzere olan Sivas (köpeğin gerçek adı Çakır) isminde bir köpeği sahipleniyor ve yavaş yavaş onunla sağlam bir arkadaşlık kurmaya başlar.

Sivas, kesinlikle o insan-hayvan arasındaki ilişkiyi anlatan o aile filmlerinden biri değil. Öyle bir şey bekliyorsanız eğer, büyük bir hayal kırıklığına uğrarsınız. Tam aksine acımasız gerçekleri çoğu zaman yüzünüze çarpan, gerçekçi bir film. Masalsı bir anlatımla başlayan film, yavaş yavaş sertleşen bir yapıya sahip. Aslan’ı tanıdığımız andan itibaren onun yaşıtlarından ve büyüklerinden çok farklı olduğunu ve bu yüzden kendini dışladığını, daha doğrusu dışlamak zorunda kaldığını görüyoruz. Sivas ile kolay kolay dost olamayacağını da anlıyoruz zamanla. Özellikle öyle muhafazakar bir yerde, köylüler bile köpeği dövüşmesi için zorlamaya başlarken o inatla direniyor. Köpeğin, en yakın arkadaşının yanından ayrılmasını istemiyor. Bunu göze alamıyor, ama direnci kırılıyor…

Kaan Müjdeci‘nin anlatımını çok beğendiğimi söylemem gerek. Bir yandan o coğrafyanın görsel nimetlerinin desteğini alırken, diğer yandan da kendi anlatım dilini sentezleyerek ortaya her yönüyle başarılı bir sonuç çıkarıyor. Aslan’ın erkeklik ile olan imtihanını anlatırken, diğer yandan da onun Sivas ile olan bağını doğayla özdeşleştirerek risk almış ve bunun da üstesinden başarılı bir şekilde gelmiş. Köydekilerin Sivas’ı zorla kavgalara sokmak istemesine de sessizce direniş göstererek karşı geliyor. Köpeğin ondan ayrılma vaktini anladığında ise bir şey yapamıyor, var olan kurallara karşı çıkmak istiyor, ama bir gün sesinin daha da yüksek çıkacağını bilerek sessiz kalmaya devam ediyor. Bunu da güçlü metaforlarla destekliyor.

Filmin teknik yönlerine de kısaca bir değinecek olursak… Normalde yavaş tempolu olması gereken hikaye, Yorgos Mavropsaridis imzalı ödüllü kurgusuyla hareket ve dinanizm kazandırıyor. Filmde başlı başına kurgu harikası olan bazı anlar bulmanız da mümkün. Müziklerin de çok yer tutmasa da yapımın doğasına uyum sağladığı kesin. Armin Dierolf ve Martin Hogsnes Solvang‘in başarılı görüntü çalışması ise sessiz, derinden, ama bir yandan da hareketli ilerleyen hikayeye çok yakışmış. Kısacası Sivas’ın hiçbir teknik sıkıntısı yok. Bu da filme ekstradan bir seyir keyfi veriyor. Malum bu tür yapımlarda görselliğe çok önem verilmediği için Sivas’a görür görmez aşık oldum.

Filmin başrol oyuncusu olan Doğan İzci, kesinlikle muhteşem bir seçim olmuş. Abartılı oynamadan, doğal ve içten bir performans sergiliyor. Sanki yıllardır oyunculuk yapıyormuş gibi profesyonelce oynamasının yanı sıra aldığı ödülleri de sonuna kadar hak ediyor 11 yaşındaki küçük oyuncu. Normalde çocukların ödüllerde olmasına çok destek vermesem de, yıl sonunda bir aksilik olmazsa İzci’nin de ilk 5’imde olacağı şimdiden kesin. Tabii, Çakır‘ı da unutmayalım. Bir hayvanın oyunculuğunu değerlendirmek ne kadar doğru olacağını bilemiyorum, ama onu da oldukça beğendiğimi söyleyebilirim. Ozan Çelik ve Banu Fotocan gibi deneyimli isimlerin de olduğu kadroda Muttalip MüjdeciHasan ÖzdemirEzgi Ergin ve Furkan Uyar gibi isimleri de ilk kez oyunculuk yaparken izliyoruz. Çoğu deneyimsiz kişilerden oluşmasına rağmen bu kadar uyumlu bir performans gösterebilen tek kadro galiba Sivas’ta yer alıyor ve sırf bu yüzden bile başarıyı hak ediyor.

Sivas, yılın aşık olduğum yapımlarından biri. Öyle ki şimdilik Kış Uykusu‘ndan sonra yılın en iyi filmi. Siz de izleyince göreceksiniz abartmadığımı. Bazı kısımları haricinde sıkılacağınızı da düşünmüyorum. Hem süresi (97 dakika) de gayet uygun. Bu haftanın kalabalığından uzaklaşıp kafa dinlemek, diğer yandan da iyi bir hikaye izlemek isteyenler için Sivas, biçilmiş kaftan. Olmadı, umut veren küçük bir oyuncu ve harika bir genç yönetmenle tanışırsınız işte, fena mı? Mutlaka denemeniz gerektiğini de son bir kez daha belirterek notumu veriyor ve köşeme çekiliyorum.

[A]

Birleşen Gönüller, Nergis Hanım & İncir Reçeli 2

Bir haftadan fazla bir süredir yoktum yoğunluk nedeniyle, ama geri döndüm. İşlerimi bitirdikten sonra çok yorgun olduğum için herhangi bir şey karalayasım gelmiyordu. Ama kendimi toparladım ve bir şeyler yazma kararı aldım. Bu iki filmin yanı sıra, senenin başarılı filmlerinden Sivas‘ı da yazmayı düşünüyorum. Yarın ise Unutursam Fısılda‘ya gidip daha sonra fikirlerimi sizlerle paylaşacağım. Neyse, lafı uzatmayalım ve başlayalım. Bugünün ilk konukları geçtiğimiz günlerde vizyona giren Birleşen GönüllerNergis Hanım ve İncir Reçeli 2.

4YOzRq

Büyük bütçeli yapımların gişede hayal kırıklığına uğramasına çok alıştık. Kalite anlamında da bekleneni veremeyen bu filmler, izleyici tarafından da pek ilgi görmeyerek zarara giriyorlar. Birleşen Gönüller de tam bu duruma düşmeye müsait bir işti, ancak iyi eleştiriler aldı ve gişede de başarılı sonuçlar elde etti. Bu da filmi hemen izlememe neden oldu. Ben de beklediğimin üstünde bir işle karşılaştığımı söyleyebilirim. Destansı bir aşk hikayesini anlatan yapımın senaryosu gayet iyi. Hem aşk, hem de o zamanki karışıklığın toplum üzerindeki etkilerini başarılı bir şekilde gösteren yapım, biraz uzun (126 dakika) süresine rağmen derdini kolayca anlatmayı başarıyor. Konusu da değişik (Nazi işgali Kuzey Kafkasya tarafından anlatılıyor). Hasan Kıraç‘ın rejisi de gayet iyi. Ama bazı sıkıntıların da olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Her ne kadar izlediğimiz aşkı hemen benimsesek de bazı kısımlar çok abartılı işlenmiş. Daha sade bir şekilde anlatılabilecek olan meseleler adeta göze sokularak çorba haline getirilmiş. Ağır bir konuyu daha da ağırlaştırarak izleyiciyi sıkmaya başlıyor bir süre sonra. Ayrıca müziğin hiç susmaması ve ses sorunları da teknik açıdan yetersiz bir yapım haline getiriyor Birleşen Gönüller’i. Oyunculuklarda ise en çok Sema Çeyrekbaşı‘nı beğendim. Karakterini gerçekten çok başarılı bir şekilde oynuyor deneyimli oyuncu. Ama gençliğini oynayan Hande Soral için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Küçük Kadınlar‘dan beri iyi bir oyuncuymuş gibi zikredilen Soral aslında çabalamış karaktere girebilmek için, ancak çok da başarılı olamamış. Serkan Şenalp‘i ise çok izlemediğim için oyunculuğu hakkında yorum yapamayacağım, ama ortalamanın üzerinde olduğunu söyleyebilirim. Yağmur Kaşifoğlu ve Atılgan Gümüş‘ü de beğendim, ama hikayede büyük bir yer tutmamalarına rağmen neden afişte en başta yazıldıklarına dair bir fikrim yok. Sonuç olarak şans verilmesi gereken, ama zayıf yanları da olan, yine de en azından benim beklentilerimin üstüne çıkabilen bir film olmuş Birleşen Gönüller. Seçim sizin…

[C+]

nergis-hanim-medyanoz

Uzun süredir merak yaratan bir filmdi Nergis Hanım. Başrollerindeki iki usta oyuncunun varlığı bile izlemek için yeterli bir nedenken, yapım geçtiğimiz hafta sessiz sedasız vizyona girdi. Ben de büyük bir merakla filme gittim, ama hayal kırıklığı yaşadım. Film, Alzheimer hastası annesi Nergis Hanım (Zerrin Sümer) ile yaşayan Ekrem (Settar Tanrıöğen)’in yaşadıklarını konu alıyor. Adını zar zor hatırlayan, yemeklerini çöpe atan ve tuvaletini oraya buraya yapan Nergis, bir gün Ekrem’in sabrını zorlayacak bir şey yapar. Öncelikle Görkem Şarkan, çok riskli bir konuyla kariyerine başlamayı tercih etmiş. Nereden bakarsanız bakın, herkesin kolay kolay başaramayacağı bir konuyu mercek altına istemiş genç yönetmen, ama çok da başarılı olamamış. Tek mekan gerilimi yaratmak ve karakterlerin (özellikle Ekrem’in) psikolojik gelişmelerini izleyiciye göstermek isteyen Şarkan, senaryosundaki boşlukların yarattığı “hissizlik” duygusu nedeniyle sınıfta kalıyor. Bir-iki sahne haricinde de yönetmenliği çok da ön plana çıkmıyor. Çoğu sahnedeki bu hissizlik duygusu, yapımın inandırıcılığını da zedeliyor. Derdini de doğru düzgün anlatamayan film, 90 dakikalık süresi boyunca izleyici sıkmakla kalıyor. Aslında Şarkan birçok risk almış, ancak bunları eline yüzüne bulaştırmış maalesef. Zerrin Sümer ve Settar Tanrıöğen‘in da genel olarak iyi olduğunu söyleyebiliriz, ancak kesinlikle en iyi performansları değil. İki isim de daha önce birçok başarılı performans sergilemişti, ama filmin bozuk yapısı onların oyunculuklarını da etkilemiş maalesef. Altın Koza‘dan ödülle dönen Begüm Akkaya da ortalamanın üzerindeki performansıyla şimdiden ne kadar umut vaat ettiğini gösteriyor ve aldığı ödülün de hakkını veriyor doğrusu. Sonuç olarak Nergis Hanım‘ı sevemedim ne yazık ki. Yine de Görkem Şarkan’ın takipçisi olacağım, çünkü kesinlikle umut veriyor rejisi. Belki beklentilerinizi benim kadar yüksek tutmazsanız beğenebilirsiniz. Ama yine de İstanbul Film Festivali‘ndeki En İyi İlk Film ödülünü hak ettiğinden şüpheliyim açıkçası.

[C]

1411733373_halilsezai

Bugünkü son filmimiz ise İncir Reçeli 2. İlk filmi sinemada ilgi görmese de ev sineması ve internet yoluyla binlerce izleyiciye ulaşarak büyük bir başarı elde etmiş ve bu da yapımın tekrar vizyona girmesinin önünü açmıştı. Şimdi de devamı geldi filmin. İncir Reçeli 2, ilk filmden yıllar sonra geçen yeni bir hikayeyi anlatıyor. Sevdiği kadın Duygu (Melike Güner)’yu AIDS’ten kaybeden Metin (Halil Sezai Paracıklıoğlu), çaldığı barda barmaid olarak işe başlayan ve yıllar önce yine onunla benzer şeyler yaşayan Gizem (Şafak Pekdemir) ile tanışır ve umuda yolculukları başlar. Konu yine ilgi çekici. Filmi de genel olarak beğendiğimi söyleyebilirim. İlkine göre daha az ağlamaklı olan ve seyirciye de sürprizler yapmaktan yine çekinmeyen filmin senaryosunu kaleme alan (asıl mesleği oyunculuk olan) Aytaç Ağırlar yine hayatın içinden, gerçekçi bir öyküye imza atmış. Hatta ilk yapımın sulu zırtlak romantizminden sonra bu daha da iyi geldi. Yine de bazı anlarda inandırıcılığını yitirdiğini söyleyebilirim. Filmin başlarındaki melankoli fırtınası da beni başlarda biraz sıktı açıkçası. Bazı zorlama sahnelerin de boşuna yer kapladığını söyleyebilirim. Halil Sezai Paracıklıoğlu ve Şafak Pekdemir‘in uyumunu da beğendim, ancak Paracıklıoğlu ilk filmde daha fazla oyuncu gibiydi. Yani rolüne kendini vermişti, ama burada kameralar karşısındaki Halil Sezai’ymiş gibi davranıyor ve kendini oynuyor. Bu yüzden de Metin’i bu sefer hemen benimseyemiyoruz. Leyla ile MecnunTürk Malı gibi dizilerden tanıdığımız Pekdemir ise ilk sinema filminde güzel bir oyun çıkarmış. En azından beyazperde yolunda da uzun süre boyunca gidebilir. Sinan ÇalışkanoğluSelim Akgül ve Ahmet Uz gibi isimlerin de dikkat çektiği yapımda oyunculuk konusunda ciddi bir falso yok. Sonuç olarak İncir Reçeli 2 eli yüzü düzgün bir yapım olmuş. Eğer canınız aşk filmi izlemek istiyorsa sizler için vizyondaki en iyi seçenek.

[C+]

Balık

20664571

Türk sinemasında iz bırakanlar yönetmenler arasında ilk akla gelenlerden biri de Derviş Zaim. 1996 yılında çektiği Tabutta Rövaşata filmi ile büyük yankı uyandıran Zaim, kısa zamanda adını umut vaat eden yönetmenler arasına yazdırdı. Toplumsal hikayeler anlatmayı seven ünlü isim, 5 yıl sonra karşımıza Filler ve Çimen ile çıktı. Sonra da 2003’te Çamur geldi. Bu iki film de, karşımızda artık sinema dili daha olgunlaşan ve rejisiyle de adeta büyüleyen bir yönetmen olduğunu kanıtlar nitelikteydi. 2005’te gösterime giren Cenneti Beklerken ile daha farklı bir yöne girdi ve tarihi dokusuyla öne çıkan bir yapıma imza attı. 2008’de ise dini meselelere el attığı Nokta‘yı izledik. Çektiği filmlerle herkesin kalbini kazanırken, ödülleri de silip süpüren Zaim, çekip oynadığı kısa metrajlı yapımlarla da uğraşmaya devam etti. 3 yıllık hasretimiz, 2011’de gelen Gölgeler ve Suretler ile sona erdi. Bıçak sırtı bir konuya değinirken abartıdan ve taraflılıktan fazlasıyla kaçındı. Başka bir yönetmenin elinde çekilse mahvolabilecek bir film, Zaim’in özgün dokunuşlarıyla hayat buldu. Sonra çektiği Devir ile biraz soluklanmaya karar veren yönetmen, belgesel ile kurmaca arasında yer alan yapımıyla yine övgü topladı. Gerçi filmografisindeki diğer yapımlardan bir adım geride kalsa da, oldukça iyiydi. Şimdi de Balık girdi vizyona. Üçlemenin ikinci halkası olan film, Altın Koza ve Altın Portakal‘da da ilgi görmüştü. Ama sanıldığı gibi iddialı olamayan yapım, güçlü rakiplerinin ardında kalarak sadece Altın Koza’dan En İyi Senaryo ödülüyle dönebildi. Filmekimi telaşı bittikten sonra ben de filmi izlemeye koyuldum. Peki merakla beklediğimiz yapım nasıldı? Hadi, onu da aşağıda konuşalım.

Balık’ın konusunu kısaca anlatmak gerekirse… Ailesi ile birlikte küçük bir sahil kasabasında yaşayan ve balıkçılıkla geçinen Kaya (Bülent İnal), çok sevdiği kızı Deniz (Miray Akay)’in konuşamaması nedeniyle hayatını değiştirecek bir karar veriyor. Eşi Filiz (Sanem Çelik)’in, kızın sadece balık yemesi gerektiğini söyleyip durması ve kaldığı çaresizlik de bu kararı almasında önemli bir etken oluyor. Sırf daha fazla balık avlamak için denizi zehirleyen Kaya, doğaya verdiği zararın acısını çok acı bir şekilde ödüyor ve bunun getirdiği bedellerle uğraşmak zorunda kalıyor.

Film, görüldüğü gibi insan-doğa ilişkisini konu alıyor. “Doğa kendinden alınanı bir şekilde alır.” tezi, Balık’ın her yanına işlemiş. Zaim, Kaya’yı hem sevip hem de nefret etmemizi istiyor bizden ve bunu da başarılı bir şekilde yapıyor. Zaten bu şekil tezatlıkları anlatma konusunda kendince bir yol edinen Derviş Zaim, doğal olarak burada da çuvallamıyor ve başarılı sonuçlar elde ediyor. Tabii, Kaya’nın bunu yapmaya karar vermesine iten sebepleri de bazı falsolarına rağmen güzelce anlatıyor. Yani Altın Koza’dan aldığı ödülü sonuna kadar hak ettiğini söyleyebiliriz.

Ancak senaryoda da bazı çelişkilerin olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Kaya’nın yaptığı şeyden vicdan azabı duyması gerekirken, bazı anlarda çok rahat olması mesela. İzleyici karakterin vicdanıyla yüzleşmesini de izlemek isterken, bunu fazla göremeyince hayıflanabiliyor. Mesela hikayede önemli bir rolü olan Filiz, bazı anlarda sadece kafa ütüleyen bir kadına dönüşebiliyor. Senaryodaki küçük boşluklar, yapıyı da biraz zedeliyor. Sürenin kısa olması da Zaim için hem avantaj, hem de bir dezavantaj oluyor. Derdini güzelce anlatabilmesine rağmen, diğer yandan da acelesi varmış gibi bir his yaratıyor. 10-15 dakika daha uzun olsaymış, her şey yerli yerinde olabilirmiş.

Kaya’yı canlandıran Bülent İnal, yine her zamanki gibi başarılı bir performans sergilemiş. Kıvırcık saçlarıyla da farklı bir hava yaratan (!) oyuncu, karakterine boyut getirmekte hiçbir sıkıntı yaşamıyor. Bu aralar yeni dizisi Urfalıyam Ezelden ile de ekranları süsleyen İnal, rolünü üstüne bir kıyafet gibi giymeyi başarıyor ve yılın en iyi erkek oyuncu performanslarından birine imza atıyor. Böylece Serkan KeskinHaluk Bilginer ve Ercan Kesal‘dan oluşan gruba İnal da eklenmiş oldu. Sanem Çelik ise her zamanki gibi zayıf performansıyla dikkat çekiyor. Altın Portakal’da Çelik’in gereken duyguyu veremediği ile ilgili gelen eleştirilere Zaim, sertçe karşı çıkmıştı. Ama keşke filme bir kez daha baksaymış. Çelik, İnal ile iyi bir ikili oluşturamamasının yanı sıra filmin de en zayıf halkası. Aliye‘den beridir yetenekli bir oyuncuymuş gibi pazarlanan Çelik, ne yazık ki dikiş tutturamamaya devam etmiş. Benim Adım Gültepe ve 20 Dakika gibi dizilerde de izlediğimiz Miray Akay (veya asıl adıyla Myraslava Kostyeva Akay) da başarılı bir oyun sergilemiş. Öyle ki çok diyaloğu olmamasına rağmen gözleriyle her şeyi anlatabiliyor. Genç oyuncu, böylesine zor bir rolün bile altından kalkmayı başarıyor. Geleceğinin açık olması temennimizi de hemen buraya sıkıştıralım. Son olarak Nadi Güler, Rıza Sönmez ve Gizem Akman‘ın da kadronun dikkat çeken oyuncuları arasında olduğunu ekleyelim.

Balık, her şeyiyle iyi bir film olmuş. Ancak senaryosundaki birkaç pürüz ve süre konusunda yaşadığı küçük sıkıntıları nedeniyle bekleneni veremese de her şeye rağmen gayet sevdiğimi söylemem gerek. Sadece yükseltilen beklentiler, küçük bir hayal kırıklığı yaşamama neden olmuş olabilir. Kısa süresine rağmen derdini güzelce anlatan ve her detayı hayranlık uyandıran bu yapımı izlemediyseniz hemen en yakın sinema salonuna gidip izleyin derim. Sonuçta Derviş Zaim gibi usta bir ismin yönetmen koltuğunda oturduğu bir yapımı kaçırmak olmaz. Üçleme şu an için harika gitmese de, bu üçüncü ve son filmi beklememize kesinlikle engel değil. Yıl bitmeden kesinlikle izleyin.

[B+]

Fragman: Deliha

Yalan Dünya‘nın Nurhayat‘ı olarak tanıdığımız Gupse Özay‘ın “Dişi Recep İvedik” olarak yorumlanan filmi Deliha‘nın fragmanı birkaç gün önce paylaşıldı. Açıkçası ben fragmandan öyle bir tat almadım. Hatta gayet keyif aldım. Kadrosuyla da dikkat çeken filmin yönetmenliğini Eyyvah Eyvah serisinden de tanıdığımız Hakan Algül üstleniyor. Kendisinin temiz rejisine aşinayız zaten. BKM‘nin de her daim eli yüzü düzgün yapımlar çektiğini göz önüne alırsak, eğlenceli bir seyirliğin bizi beklediğini rahatlıkla söyleyebilirim. Umarım yanılmam. Film, 14 Kasım‘da vizyona girecek.

DELİHA

  • Yönetmen: Hakan Algül
  • Oyuncular: Gupse Özay, Zeynep Çamcı, Korhan Herduran, Cihan Ercan, Derya Alabora, Hülya Duyar, Esin Eden, Ali Çelik, Nezih Tuncay, Gülay Baltacı, Gülsüm Alkan

51. Altın Portakal Film Festivali – Kazananlar

557276

51. Altın Portakal Film Festivali, dün akşam dağıtılan ödüllerle birlikte sona erdi. Kuzu 6 ödül alarak geceye damgasını vurdu. Kutluğ Ataman‘ın filmini 4 ödülle Annemin Şarkısı, 3 ödülle İtirazım Var ve Sivas, 2 ödülle Oflu Hoca’yı Aramak takip etti. Ayrıca Guruldayan Kalpler, İyi Biri, Fakat Müzeyyen, Bu Derin Bir Tutku ve Neden Tartovski Olamıyorum gibi filmler de birer ödülle evlerine döndü. Bu tabloya bakarsak, Kuzu‘nun SİYAD için büyük bir yarışçıya dönüştüğünü söyleyebiliriz. Ben de bu ödüllerden sonra filmi merakla beklemeye başladım açıkçası. Törenden Nesrin Cevadzade, Onur ÜnlüSerkan Keskin ve Nursel Köse gibi pek sevdiğimiz isimler de ödül aldı. Annemin Şarkısı da büyük bir sürpriz oldu. İtirazım Var iddialı olduğu kategorilerde daha da üst sıralara çıkarken, Sivas da aldığı ödüllerle birlikte önemli bir pozisyona geldi. Kazananları aşağıda bulabilirsiniz:

  • En İyi Film: Kuzu (Kutluğ Ataman)
  • Ulusal Uzun Metraj Jüri Ödülü: Sivas (Kaan Müjdeci) ve Oflu Hoca’yı Aramak (Levent Soyarslan)
  • Ulusal İzleyici Ödülü: İyi Biri (Ayhan Sonyürek)
  • Ulusal Uzun Metraj FİLM-YÖN En İyi Yönetmen Ödülü: Ömer Uğur (Guruldayan Kalpler)
  • SİYAD Ulusal En İyi Film Ödülü: Kuzu (Kutluğ Ataman)
  • En İyi Yönetmen: Onur Ünlü (İtirazım Var)
  • En İyi Erkek Oyuncu: Serkan Keskin (İtirazım Var) ve Feyyaz Duman (Annemin Şarkısı)
  • En İyi Kadın Oyuncu: Nesrin Cavadzade (Kuzu)
  • En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Aziz Çapkurt (Annemin Şarkısı)
  • En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Nursel Köse (Kuzu)
  • En İyi Senaryo: Onur Ünlü (İtirazım Var)
  • En İyi İlk Film: Annemin Şarkısı / Klama Dayika Min (Erol Mintaş)
  • En İyi Kurgu: Yorgos Mavropsaridis (Sivas)
  • En İyi Görüntü Yönetmeni: Vedat Özdemir (Fakat Müzeyyen, Bu Derin Bir Tutku)
  • En İyi Sanat Yönetimi: Osman Özcan (Neden Tartovski Olamıyorum)
  • En İyi Müzik: Başar Ünder (Annemin Şarkısı)
  • En İyi Kısa Film: Bir Fincan Türk Kahvesi (Nazlı Eda Noyan & Dağhan Celayir)
  • Dr. Avni Tolunay Özel Ödülü: Oflu Hoca’yı Aramak (Levent Soyarslan & Zeynep Estel)
  • Behlül Dal Özel Ödülü: Doğan İzci (Sivas), Sıla Lara Cantürk (Kuzu) & Mert Taştan (Kuzu)

ULUSLARARASI YARIŞMA

  • Uluslararası Yarışma En İyi Film Ödülü: Test (Alexander Kott)
  • SİYAD Uluslararası En İyi Film Ödülü: Tribunale / Mahkeme (Chaitanya Tamhane)
  • Uluslararası İzleyici Ödülü: Beyaz Tanrı / White God (Kornel Mundruczo) 

YAŞAM BOYU BAŞARI ÖDÜLÜ: Abbas Kiarostami